Her İletişimcinin İzlemesi Gereken Filmler 4: 99 Francs
Serimizin dördüncü filmi olarak seçtiğimiz 99 Francs, Paris’te faaliyet gösteren büyük bir reklam ajansının kreatif direktörü Octave’ın hikayesine odaklanıyor. Müşterilerinin, pazarlama yöneticilerinin kısıtlayıcı, köreltici isteklerinden bunalan kreatif direktörün, yaratıcılığının körelmesini engellemek için gösterdiği çabaları anlatıyor.
Sektörle ilgili büyük tartışmalar yaratan Frederic Beigbeder’in aynı adlı romanından 2007 yılında Jan Kounen’in rejisiyle sinemaya uyarlanan 99 Francs, ironik ve bol hicivli üslubuyla, sinemada da benzer bir etki yaratıyor. Romanı sinemaya uyarlayan yönetmenin filmin iskeletini oluşturan senaryoyu kendisinin yazmış olmasının da etkisiyle olsa gerek, tam bir ‘auteur’ filmi izliyoruz. Komedi ile kara komedi arasında gidip gelen, 107 dakikalık bu Fransız yapımı film, 99 Francs romanının yazarı Beigbeder’in de eski bir reklamcı olmasının sağladığı sahicilikle, sektörün yaman çelişkileriyle yüzleşmemizi sağlıyor.
Film, ana karakter Octave Parango’nun reklamcı olarak insanların paralarını gönül rızaları ile nasıl aldığını, akıllarını çelerken veya psikolojilerini yönlendirirken neler yaptığını deşifre ediyor. Octave’ın “Her şey geçici. Aşk, sanat, dünya… Sen, ben… Özellikle de ben” repliğini birkaç kez tekrar etmesi ya da düşüşünün anlatıldığı kısımda “Buraya kadar her şey yolunda” demesi gibi detaylar, reklamcının tüm zaaflarıyla insani yönüne vurgu yapıyor ancak 99 Francs bununla yetinmiyor, ana karakterin insanları manipüle edişinin ahlaki sorgulamasını da yaptırıyor.
Filmdeki bazı göndermeler de özellikle dikkat çekiyor. Sözgelimi, mesleğini sürrealist bir iş olarak tanımlayan Octave karakteri aracılığıyla yönetmenin izleyiciye gösterdiği ‘fil kafası’, sürrealist ressamların en ünlüsü Dali’yi ve onun yapmış olduğu sürrealist reklam filmlerini hatırlatıyor.
Karakterin hikayenin akışı içindeki dönüşümü, 99 Francs’ı etkileyici kılan bir başka unsur. Bu dönüşüm yolculuğu boyunca, sektöründe çok iyi konumda olan bir reklam ajansının kreatif direktörünün yaptığı iş üzerinden aldığı görkemli bir intikama şahit oluyoruz.
Bazı hikayeler, verdiği cevaplarla değil sordurduğu sorularla ön plana çıkar. 99 Francs da, tam da böyle bir romanın senaryolaştırılmasıyla meydana gelmiş bir film. Filmde, kaynaktan hedefe giden mesajın yolculuğunda iletişimcinin mesajı nasıl manipüle ettiğini ve bu manipülasyonun nelere yol açtığını izlerken, başarı fetişinin değerlere nasıl zarar verdiğine de tanık oluyoruz.
99 Francs, hem romanı hem de filmiyle her iletişimcinin fikir dünyasında bir yer edinmesi gereken bir hikaye. Yalan/hakikat çatışması ve bunları söyleme biçimlerinin sonuçları ile yüzleşmenin iletişimciler için ayna fonksiyonu göreceğini göz önünde bulundurursak, doğru bir iletişim için iki eserin de ders niteliğinde sorular sordurduğunu söylemek mümkün.