Her Şey Barış İçin: Savunma İletişiminin Dönüşen Paradigması

Her Şey Barış İçin: Savunma İletişiminin Dönüşen Paradigması

Savunma İletişiminin Yeni İkilemi
 

Abdülhak Molla'nın bundan 150 yıl öncesinden adeta bugüne seslenen beytine kulak verelim:

"..Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh."
 

 Yüzyıllardır bir strateji öğüdü, bir siyasi refleks olarak kulağımızda yankılanan bu söz, bugün bambaşka bir bağlamda yeniden karşımıza çıkıyor: savunma sanayii iletişimi. Artık savaşlar cephede değil, anlamların, imgelerin ve anlatıların dünyasında başlıyor. Ve iletişimciler, bu yeni meydanın görünmez stratejistleri.
 

Geçmişte, savunma sanayii sessizlikle, perde arkasında yürütülen bir alandı. Ancak çağın dijital kamusallığı bu paradigmaları kökten değiştirdi. Savunma, artık bir “teknoloji vitrini”, bir “ulusal gurur hikâyesi”, hatta bir “gençlik projesi” haline geldi. Türkiye’de TEKNOFEST bunun en çarpıcı örneği. Başlangıçta bir teknoloji ve inovasyon festivali olarak doğan etkinlik, bugün savunma sanayiinin en güçlü iletişim platformuna dönüşmüş durumda. Bir yandan ulusal gururu pekiştiren, özgüveni artıran bir yönü var; öte yandan, silahları bir festival atmosferine taşımak, “savunma” kavramının toplumsal algısını da dönüştürüyor. TEKNOFEST’in başarısı yalnızca ziyaretçi sayısında değil; fuarın eğitim-yarışma-sergi üçgeninde teknolojiyi tabana yayma kapasitesinde. Savunma teknolojilerinin sivil inovasyonla iç içe sunulması, teknik yetkinliğin toplumsal kabulünü artırıyor; aynı zamanda gençlere kariyer ve girişim fırsatları gösteriyor. Bu, doğru yönlendirildiğinde güçlü bir toplumsal yatırım ve itibar yönetimi aracı olarak karşımıza çıkıyor.

Bu dönüşüm yalnız Türkiye’ye özgü değil.



 Avrupa Birliği’nin “White Paper for European Defence – Readiness 2030” raporu, kıtanın savunma kapasitesini yeniden tanımlıyor. Yapay zekâ, kuantum teknolojileri, insansız sistemler ve mühimmat üretimi gibi alanlarda stratejik boşlukların hızla kapatılması öngörülüyor.
 150 milyar Euro’luk SAFE fonuyla desteklenecek bu hamle, sadece bir askeri hazırlık planı değil — ekonomik ve iletişimsel bir yeniden yapılanma. “Hazır olma kapasitesi” artık yalnız orduların değil, toplumların da meselesi. Ve bu, iletişimin tam kalbine dokunuyor. Çünkü “hazır ol” çağrısı, korku ve caydırıcılık kadar, güven ve dayanışma duygusunu da besleyebilir.

Diğer yanda Atlantik’in ötesinde, iletişim dili bambaşka bir yöne kayıyor.



 Donald Trump’ın 5 Eylül 2025’te imzaladığı kararnameyle, ABD Savunma Bakanlığı resmî yazışmalarda “Department of War” adını yeniden kullanmaya başladı. Bu sembolik değişiklik, yalnızca bir kelime oyunu değil; Batı dünyasında savunma iletişiminin artık daha doğrudan, daha “hazırlıklı” ve hatta daha “militarize” bir dile evrildiğinin göstergesi.
 Trump’ın İsrail Parlamentosu’nda sarf ettiği sözler — “Bibi Netanyahu bana hiç duymadığım silahlar için telefon ederdi; ama getirdik, iyi kullandınız” — diplomasi dilinin yerini satış diline bıraktığı bir çağın özetidir. Savaş, yeniden pazarlanabilir bir ürün haline geliyor.


 

Almanya’nın 83 milyar Euro’luk Avrupa yapımı silah yatırımı planı da bu dönüşümün Avrupa versiyonudur. Kıta, Amerika’dan bağımsızlaşmak isterken, kendi savunma endüstrisini “barışın garantörü” olarak konumlandırıyor.  Ancak her “hazırlık” aynı zamanda bir gerilimi de içinde taşır. Çünkü savunma iletişimi, doğası gereği çift yönlüdür: Hem caydırıcı, hem de meşrulaştırıcı. Hem koruyucu, hem provoke edici. Bu nedenle etik — artık bir “ek” değil, stratejinin merkezidir.

Bu çerçevede iletişimciler için yeni bir sorumluluk alanı doğuyor:


 

Artık mesele, savaşın dilini yeniden üretmek değil; güvenliğin meşruiyetini, caydırıcılığın barış için zorunlu bir önkoşul olduğunu anlatabilmek. Çünkü gücün olmadığı yerde barışın sürdürülebilirliği de mümkün değildir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde olduğu gibi, birey için güvenlik neyse, bir ulus için de savunma odur: varlığın teminatı.

Savunma iletişimi, bu açıdan, bir endüstriyi yüceltmenin değil; o endüstrinin toplumsal güven, teknolojik ilerleme ve ulusal itibar ekseninde nasıl bir “ortak değer üreticisi” olduğunun doğru biçimde anlatılmasıdır. Vatandaş için güven, ülke için gurur, gelecek için caydırıcılıktır. Bu denklemi doğru kurmak, savunmayı “savaş hazırlığı” değil, “barışı koruma refleksi” olarak konumlandırmak gerekir.

Zira modern dünyanın acımasız rekabetinde, gücü olmayanın barış masasında da sözü yoktur.